ALİ HAYDAR EFENDİ K.S.
13. hicri yüzyılda Anadolu’nun gönül iklimlerini coşturan mana
erlerinden biri de Ahıskalı Ali Haydar efendidir. O ve emsali
“Azametli bahtsız bir kıtanın, şanlı sahipsiz bir devletin, değerli,
hasta bir milletin ızdıraplarını alabildiğine soluklamış, ayların hep
muharrem olduğu günlerde ümidle istikbale dönmüş, gül alıp gül
satarak, gönülleri gül-i Muhammedi’nin(aleyhissalatu vesselam) 14
asrın eskitemediği, o taptaze, o dipdiri rayihasiyla (kokusuyla)
donatarak, etrafın bir gülşene (gül bahçesi) döneceğini umud etmiş
bunun için de insanımıza eğilmeyi, onu eğitmeyi gaye ve hedef
seçmişlerdir. Rabbim hepsinden razı olsun. Eslafımıza (öncekilerimize)
hayrül halef (hayırlı vekil) olmamızı nasip eylesin. Amin.
HAYATINA KISACA BAKIŞ

Ali Haydar efendi hazretleri 1870 (1288 Hicri) senesinde Batum’un
Ahıska kazasında dünyaya geldi. Pederlerinin (Babalarının) ismi Mehmed
Şerif efendi’dir. İki yaşındayken annesini, dört yaşında babasını
kaybetti. İlk medrese tahsilini memleketinde yaptı. Daha sonra 1894’te
Erzurum’a hicret etti. Medrese eğitimine bir müddet burada devam
ettikten sonra Dersaadet’te(İstanbul) ilmin zirvesine ulaşabileceği
mülahazasıyla (düşüncesiyle) Payitahta (başkente) geldi. Burada Meşhur
Çarşambalı Hoca Ahmed efendi’den 1901 senesinde icazet aldı. Buradaki
Medrese arkadaşlarının en ünlüsü merhum ve mağfur İskilipli Muhammed
Atıf efendidir.
Daha sonra Fatih’te dersiam olarak (alim - öğretmen) vazifeye başladı.
1909’da Fetvahane’de fetva vermiş, gösterdiği ilmi kudreti dikkatleri
çekmiş, 1914 ‘de Sahn Seman medresesinde fıkıh (hukuk) hocası
olmuştur.
1915 senesinde şeyhülislamlıkta yeni kurulan Telif-i Mesail
(Sorunların yazılması) heyetinin başına getirilmiştir. Bu arada 1916
senesinden Osmanlı devletinin hitamına (bitimine) kadar Huzur
derslerine muhatap olarak katıldı. Huzur dersleri, her Ramazan
Padişah’ın huzurunda yapılması gelenek olan tefsir dersleri demektir.
Ramazan-ı şerifte sekiz defa yapılan huzur derslerine Kur’an-ı
Kerim’den birkaç ayeti okuyan bir hocaefendi(mukarrir) ve onu
dinleyip, sualler sorarak toplantının ilmi bir müzakere şeklini
almasına vesile alan 15 alim(muhatap) katılırdı. Padişah ve davetliler
ise samiin(dinleyici) makamındaydı.
İlmi kariyerini tamamlayan Hocaefendi, daha sonra seyr-ü süluk'te
(tasavvufta terbiye yolu) ilerlemek için Fatih Çarşamba’da Şeyh İsmet
dergahına intisap etti. Şeyhi Bandırmalı Ali Bezzaz efendidir. Ali
Bezzaz efendinin vefatı üzerine 1914 senesinde müridanın (tarikat
bağlıları) isteğiyle Bu dergahın başına getirildi.
Siyasetten uzak durması, İttihad ve Terakki’ye mesafeli durması
sebebiyle onlar tarafından dergahın bu seçimi onaylanmadı. Haydar
efendinin postnişinliği (şeyhliği) elinden alındı. Ancak 1919’da
tekrar makamına iade edildi.
1926’da Ankara İstiklal mahkemesinde yargılandı. Sebep merhum Atıf
Hoca’nın “Frenk mukallitliği (taklitçiliği) ve Şapka” adlı eserinden
100 adet kadar Bandırma’ya damadına satılmak üzere göndermesidir.
Ankara’da Tahir-ül Mevlevi ile aynı koğuşu paylaşmışlardır.
Tahir-ül Mevlevi, “Matbuat (basın) alemindeki hayatım ve İstiklal
mahkemeleri” adlı kıymetli hatıratında(s:254) Ali Haydar efendiden
şöyle bahsediyor: “Şeyh Ali Haydar efendi, kulakları işitmediği için
mütalâayı(kitap okumayı) ve tilaveti (Kur’an okumayı) musahebeye(sohbete)
tercih ediyor, kendisine tane tane ve yavaş söylenilmek şartıyla bir
şey sorulacak olursa müfid(faydalı) ve mukni(ikna edici) cevaplar
veriyor, mangalda kendi eliyle kaynattığı çayı sessizce içip hususi
aleminde bulunuyor.”
Sonunda 31 Ocak 1926 günü muhakeme edildi. Muhakemesinin bir kısmı
Ankara İstiklal mahkemesi zabıtlarından okunabilir.(sh:116-119- İşaret
yayınları) Daha sonra ders şeriki (ortağı) Atıf efendi ile
yüzleştirmesi yapıldı. (Ne hikmetse bununla ilgili sayfalar Meclis
zabıtlarından koparılarak imha edilmiştir. ) Nihayet 3 Şubat 1926’da
beraat etmiştir.
Yeri gelmişken şunu da arz edeyim. Ali Haydar efendi ile alakalı bu
kısa çalışma sırasında hakkında bir sürü şeyin karıştırıldığını
gördüm. Mesela Akit gazetesinin hediye olarak verdiği Yener Dönmez’e
ait Son Devrin Kutup yıldızları eserde Ahıskalı Ali Haydar efendi
Mecelle şarihi Ali Haydar efendi ile karıştırılmıştır. Vehbi
Vakkasoğlu bey de böyle bazı hatalı bilgileri almış, Maneviyat
Dünyamızda İz bırakanlar adlı eserinin yeni baskısına koymuştur.Burada
da Ali Haydar efendinin İskilipli Atıf hoca ile aynı koğuşu
paylaştığı, beraatine dair şeyhini rüyada gördüğünü Atıf hocaya
söylediği (s:130) vs. vs yazıyorsa da yanlıştır.Atıf hoca ile aynı
hapiste kalmışlarsa da aynı koğuşları paylaşmamışlardır. Gerçi Tahirül
Mevlevi bey bir rüya-yı sadıka görmüş, Ali Haydar efendi de bunu fa’li
hayr (iyi alamet) olarak müşterek beraatlarına yorumlamıştır.
(Bkz.T.Mevlevi.age.s:336 ve 345)
Talebelerinden Emin Saraç Hoca şöyle diyor: "Ali Haydar efendi Atıf
efendi ile birlikte 6 ay Ankara'da hapiste kalmış. Ne sıkıntılar
çekildiğini anlatır, bir taraftan da elini dizine vurarak; "Atıf
efendi kardeşimiz kazandı" derdi.
Bu beraatten sonra Ali Haydar efendi bir sessizliğe bürünmüş daha çok
has dairede irşad ve sohbet faaliyetinde bulunmuştur. Bunu pasiflik
olarak değil “aktif sabır” olarak almak daha uygun olacaktır. Ve
“ircii” (dön) emrine inkiyaden (boyun eğerek) arkasında binlerce
mahzun gönül bırakarak 1 Ağustos 1960’da Rahmet-i Rahmana vasıl oldu.
(kavuştu) Cenaze namazını çok sevdiği Merhum Ramazanoğlu Sami efendi,
Yavuz Selim camiinde kıldırmıştır. Kabri Edirnekapı Sakızağacı
kabristanındadır. Allah cc Rahmet eylesin
ŞEMAİL VE AHLAKI
Ali Haydar efendi heybetli, vücutça iri, müşekkel (şekillenmiş) bir
zattı. Hitabeti, ilmi, takvası, günde 50 bin kelime-i tevhid çekecek
kadar ibadet ve zikre rağbeti ile insanlara örnek olan bir kâmil idi
(olgun insan) . Zamanın büyüklerinden hemen hepsi ile görüşürdü.
Bunlar arasında iki tanesine hususi (özel) bir sevgi beslediğini
müşahede ediyoruz (gözlemliyoruz) . Birincisi Erzurum’un efesi Alvar
İmamı Hâce Muhammed Lütfi diğeri ise Merhum Sami efendidir...
Ahıskalı Ali Haydar efendi Sami efendinin kendisini mükerrer
ziyaretlerinin birinde oradakilere şöyle demişler: “Bu zatın bizi
sekizinci ziyaretidir. Biz henüz bir defa bile gidemedik. İşte Allah
için ziyaret budur, kemalat (olgunluk, büyüklük) da budur". Ali Haydar
efendi çok sevdiği Sami efendinin kendisinin cenaze namazını
kıldırmasını vasiyet etmiş o da adeti olmamasına rağmen kıldırmıştır.
Oğlu Hâlid Gürbüzler babasıyla ilgili olarak şunları söylemektedir:
"Babam kimseyle kötü olmamamızı söylerdi. Oturalım, çaylar, kahveler
içelim demez, devamlı ilimle meşgûl olurdu. Erzurum'dan Alvarlı Mehmed
Efendi, Ramazanoğlu Sâmi Efendi sık sık ziyaretine gelirlerdi. Hasib
Efendi ile Mehmed Zahid Kotku Efendi de gelirlerdi. Devrin bütün
âlimleri ziyâretine gelir, sohbet ederlerdi."
Mehmed Zahid Kotku hazretlerine sevgisini de şöyle açıklamıştır: Hasip
Efendi'yi tanırım, büyük zattı. Aziz Efendi'yi de okuduğum bir yazısı
ile tanıdım, o da büyük bir insandı. Amma şu Bursalı'yı görüyor
musunuz, büyükler büyüğü Gümüşhaneli'nin ta kendisi..."
Vaktinin büyük kısmını Tahirül Mevlevi’nin de işaret ettiği gibi
Kur’an okumakla geçirirdi. Hayatını ilme ve talebe yetiştirmeye
hasretmişti. Talebeleri öz evladından daha değerli idi. Bunu;
“Sulbümden (neslimden) değil, yolumdan gelen talebemdir” şeklinde
ifade etmişlerdir.
Talebelerinden Emin Saraç hocaefendi Altınoluk dergisinin kendisi ile
yaptığı bir röportajda Ali Haydar efendinin ilmi yönü hakkında şunları
söylüyor: "Ali Haydar efendi fakih (hukukçu) bir insan. Müthiş bir
zekası var. O yaşta, alır meseleleri saatlerce konuşur. Hocamızdı,
kendisinden çok dersler okudum. Bana Şifa-i Şerifi ilk defa okutan
odur. Şifa-ı Şerifi okutur, hem ağlar hem ağlatırdı."
Dini hizmetlere, emri- bil marufa (iyiliği emir) büyük ehemmiyet
verirdi: “Din-i mübin-i İslam’ın devam ve bekası Emr-i bil maruf ve
nehy-i anil münker(Allah’ın emirlerini anlatmak, yasaklarından
sakındırmak)’in devamına; din-i mübin-i İslam’ın inkirazı(yıkılması)
Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker’in terkine bağlıdır” derdi.
Dört mezhepte fetva verme ehliyetine sahip olduğu halde çok mütevazi
idi. Devamlı yeni şeyler öğrenme aşk ve iştiyakındaydı. Bundan dolayı
talebeliği hiç elden bırakmamış, devamlı okumuştur. Hatta yeni bir
malumat edindiğinde hanımına “Hanife! Hanife Yeni bir cahilliğimi daha
gördüm, yeni bir şeyler öğrendim” derdi.
Nakşibendiliğin Halidi koluna mensup bu büyük zat vefat ettikten sonra
yerine Oflu Hacı Mahmud Ustaosmanoğlu efendi geçmiştir ve el’an (hala)
hayattadır(Cenab-ı Hakk kendilerine acil şifalar nasip eylesin. Amin)
KAYNAKLAR
1-Maneviyat dünyamızda İz bırakanlar- Vehbi Vakkasoğlu- İz bırakanlar
Nesil basım yayın-2001
2-Son devrin kutup yıldızları- Yener Dönmez-Akit hediyesi-2000
3- Matbuat alemindeki hayatım ve İstiklal mahkemeleri-Tahir-ül
Mevlevi- Nehir yayınları-1991
4-Ankara İstiklal mahkemesi zabıtları(1926)-hazırlayan: Ahmed
Nedim-İşaret yayınları-1993
5-Ahıskalı Ali Haydar efendi-Mehmed Gündoğan-Medrese kitabevi-1996
6-www.yenisafak.com/diziler/kotku
7-www.hakikiyol.com
8-Altınoluk dergisi-Nisan 1988-Sayı:26
Salih OKUR - 2006
ALİ HAYDAR EFENDİ K.S. HAYATI
ALİ HAYDAR EFENDİ 'İDAM
KARARI'
|