Of
Muharebeleri
1331 rumi senesinin Şubat ayında, Türk''ün ezeli düşmanı olan
Ruslar''ın, Lazistan tarafından ilerlemekte olduklarını haber
alıyoruz. Halk telaş ve endişe içerisindedir. Erzurum''un düşmesi
üzerine Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey, bir beyanname neşrederek
halkın, Yerosun arkasına geçmesi gerekli olduğunu ilan ediyordu.
Böyle bir beyanname neşretmesi manalı idi: Trabzon''un düşman eline
düşmek ihtimali belirdiğini ilan demek olduğundan, halkın maneviyatı
üzerine fena tesir bırakmış ve herkes aile ve çocuklarının selameti
çarelerini ciddi bir surette düşünmeğe başlamakla beraber şu
noktalar üzerinde ciddiyetle duruyordu: Hicret etmek veya etmemek...
Halkın bu fikri üzerine bazı şayialar müessir oluyordu. Bu da şu
idi: Rus askerleri, işgal ettikleri memleketin ahalisine fenalık
yapmıyorlar. Diğer bazı şayialara göre de Rus askerleriyle bulunan
Ermeni askerler her türlü fenalığı yapıyorlar. Bu şayialar
karşısında bilhassa köylü ve fakir halk şaşırmış haldedir. Ric''at
etmekte olan askerlerimiz hakkında sarih bir bilgi yoktur. Of''ta
düşmanı durdurabilecek derecede bir kuvvetimiz gelebilecek midir?
Ric''at etmekte olan askerlerimiz büyük bir iş görebilecekleri
yolunda şüpheli mütalaalar yürütülüyor. Memleket halkının harbe
iştirak etmesiyle bir kuvvet meydana gelebilirse de, silah, cephane
nereden ve nasıl tedarik edilebilecektir? Silah tedariki mümkün
olduğu taktirde, talimsiz başıbozuk askerler, muntazam Rus
askerlerine karşı ne yapabilirler?..
İşte düşman henüz Rize''ye gelmeden halk bu gibi laf ve düşünceler
içerisinde çalkanıp durmakta iken, birdenbire bir haber: Ruslar
Rize''yi işgal ettiler... Hiç bir mukavemet görmeden Rize düşman
eline düştü.
Of kazasına karşı düşman cephe kurarken, ric''at eden askerlerimiz
de aç ve yorgun bir halde tahminen 2000-2500 kadar, Baltacı
deresinin sol tarafına vasıl olabilirdiler. Bu sıralarda idi ki,
Avni Paşa, Lazistan havalisi kumandanı sıfatıyla gelip Baltacı
deresini harp hattı olarak kabul ve müdaafa tertibatı almağa
başladı. Halbuki daha evvel İyidere (Kalopotamos) nin harp hattı
olacağı söyleniyordu.
İleride bahsedileceği veçhile;paşa, Alanosahot* köyünde iken müdafaa
tertibatının şöyle alınacağı söyleniyordu: Sağ kol Maki boğazı,
zayıf bir kuvvetle müdaafa edilecek, sol kol deniz kenarında Baltacı
deresinin sol kıyısında mevzi alacak ve bu kol harbin mukadderatı
üzerine müessir olabilecek ehemmiyette olduğundan, fazla kuvvet
buraya tahsis edilecekti. Hattın merkezini Korkot, Yığa, Alanosahot
köyleri teşkil edecek ve bu merkez de harp durumu icabı pek
tehlikeli sayılamayacağından hafif kuvvetlerle korunacaktı.
25 kilometre kadar tutan umumi cephe böylece kurulacağına göre,
Baltacı deresinin mühim bir kısmını ihtiva eden Hundez, Haksa;
Keler, Kono, Çalik, Kalant, Kelali gibi köyler harp etmeden düşmana
terkediliyordu.
Bilahare anlaşıldığına göre, harp planı- icabı hale göre- şu şekle
irca edilecekti: Harp hattının sol kanadı tesbit edildiği gibi
kalacak, merkez ve sağ kanat hakkındaki karar muvakkat olup- harbin
alacağı şekle göre- Yavaş yavaş düşmanı oyalayarak Baltacı deresinin
sol koluna meyledilerek, harp hattı- Kırında, Makidanos, Korkot,
Yığa, Alanolar, Ukşul, Ancibranos köylerini düşmana bırakmak
suretiyle- Hastikos, Yaranos, Yavan, Miço, Balaban köylerinden
geçerek Kontar geçidini tutacaktı ve netice de böyle oldu.
Bu duruma göre Çös dağı merkezi teşkil edecek, sağında Kontar
geçidini müdafaa ederken, Yığa köprüsünü müdaafa için de ileri
hatlar kurarak istihkamlar vücuda getirecekti. Sol kanat
kaydedildiği gibi yeni Baltacı deresinin-deniz kenarında sol sahili
ve harbin talihini tayin için birinci derecede önemli olarak
kalmıştı.
HARP BAŞLIYOR
Yukarıda izah edildiği şekilde, kumandanlık Of''ta hazırlanırken
düşman Rize şehrini harpsiz geçerek, salihden dağlara doğru Baltacı
deresi köyleri karşısında müstakim bir hat üzerinde- halkı korkutmak
için olacak -gece yaktıkları ateşle gündüz de bu ateşlerin
dumanlariyle halk üzerine korkutucu bir dehşet salıyorlardı.
Korkulu ve endişeli olan bugünlerde kaza merkezine geliyorum,
edindiğim malumat: İyidere harp hattı olacağı merkezindeydi. Biz de
böyle arzu ediyorduk. Filvaki böyle olacak olsa, Baltacı deresi
hattın arkasına kalacağına göre harp felaketlerinden bir derece
olsun selamette kalıyor ve bu taktirde deremiz halkı düşmanla daha
cesurane çarpışabilirdi.
Bir zabitle,- merkezden düşünülen harp hattı yakınında bulunan Kono,
köyüne gitmek üzere- yollandık. Baltacı deresinde geçip yukarıya
doğru giderken ilkbaharın serince bir havası vardı, yolun yukarı
tarafında kuytu bir yerde çimen üzerinde Eskipazar köyü müderrisi
Hurşit Efendi merhumu, yaşlanır bir durumda gördük. Her zaman
tanışıp görüştüğümüz bu zata selam verdik. Nereye gidiyorsunuz? diye
sordu. Durumu kısaca anlattıktan sonra: harp edeceğiz, düşmanı
memlekete sokmıyacağız, dedim. Hoca: Of kazasının hepsini sana
vereyim, sen çalışıp adam olmazsan neye yarar, dedi. Ne demek
istediğini anladım, arkadaşım zabit, hocanın bu lafından bir şey
anlamayıp bana sordu: "Hoca ne diyor?" "Hoca, dünya işlerinden
bihaberdir, başka sahalardan dem vuruyor" dedim ve hemen yolladım. O
da tabii beraber yollandı.
Hoca, hükümete karşı küskün olduğunu, halkı çalıştırmasını bilmeyen
bir hükümetin gelebileceğini, ima ediyordu. Hocanın bu fikrini zabit
arkadaşım anlayabilseydi, belki hocanın hakkında sevimsiz bir
harekette bulunacaktı. Zaman nakitti.
Kono köyüne vardığımız zaman anladık ki, harp hattı Baltacı
deresinde kurutulacaktır. Bu taktirde köyümüz, hatta evimiz tam hat
üzerine geliyordu. Hemen arkadaşım zabite veda ederek evime geldim.
AVNİ PAŞA, ALANO SAHOT KÖYÜNDE
Şubat ayının sonlarında bir akşam geç vakit uykuda iken, bir ses:
Hasan Efendi... Alano Makot köyünden dostumuz Karvon oğlu Dursun
Efendi: Avni paşa, heyeti ihtiyariye ile sizi, Velizade Dursun Beyin
evinde şimdi istiyor. Yarı gece vaktinde ani olarak bu isteyiş ne
ola, diye düşündük. Velizadenin evine vardığımız zaman meydanda
kimseler yoktu. Avni Paşa ise uyuyordu. Biz de Şamlıoğlu Mehmet
Efendinin evinde geceyi geçirip, sabah erken Avni Paşa, evin
arkasında bahçede bir sandalyede otururken huzurlarına vardık. Yığa
Rum heyeti ihtiyariyesi de beraberdi. Kendimize takdim edince şu
sözleri söyledi : Burada düşmanla harp edeceğim. Askerlerimle harp
etmek isteyenlere silah vereceğim. Harp etmek istemiyenler olabilir,
onlar da askerlerim için cephane taşısınlar. Bunu da yapamıyorlar
olursa, askerlerim için istihkam kazsınlar. Bunu da yapamam diyen
olursa askerlerine dua etsinler. Bunu da yapamam diyenleri, vallahi
asarım, billahi asarım, dedi. Ve bize müsaade ett
Bu sözleriyle Paşa, kimseyi cebren harbe sevketmiyeceğini , hatta
asker firarilerini bile arayıp takip etmek fikrinde olmadığını
anlatmış oluyordu. Çünkü durum bu gibi hareketlere müsait değildi.
Bir memleket halkı bu gibi felaketli zamanlarda, cebren değil, vatan
aşkı ile harekete gelmelidir. Zorla iş göreyim derken tehlikeli bir
durum meydana gelebilir. Nitekim Paşanın tedbiri iyi netice verdi.
Harp başlar başlamaz, memleket evlatlarının mühim bir kısmı, vatanı
kurtarmak yolunda içten gelen bir aşkla savaştılar. Ne fayda ki,
bulunduğumuz asırda intizamsız harekete gelen vatan evlatlarının
muntazam düşman kuvvetlerine karşı muvaffakiyetleri mahdut oldu.
Ayni gün Ziya bey isminde bir tabur kumandanı, taburiyle beraber dağ
eteklerinden ricat ederek, askerlerini Ruslara kaptırmadan Selamet
Avni paşanın huzurlarına gelmişti. Paşa, bu taburu teftiş ettikten
sonra etrafını çevreliyen kalabalık bir halk kütlesi de hazır olduğu
halde, askerlere karşı şu hitabede bulunmuştur. Askerler, sizi sağ
canaha, deniz kenarına gönderiyorum; orada kahramanca düşmanla harp
edeceksiniz. Her kim bana bir düşman şapkası getirirse, kendisine
yirmi kurşun= bir gümüş mecidiye vereceğim. Bir düşman tüfeği
getirene bir altın vereceğim. Bir düşman kulağı getirene beş altın
vereceğim" dedikten sonra müessir bir lisanla şu sözleri ilave etti:
Askerler, ben bu kadar mükafat verebilirim. Vatan için harp eden
sizlere Allah daha çok şeyler verecektir.
Bu sözler, dinleyenler üzerinde çok iyi bir tesir bıraktı.
Bu sırada süratle bir süvari gelerek, atından inip doğru paşanın
huzuruna resmi selamını ifa ettikten sonra, paşa, süvari ile
konuşmaya başladı. Bulunduğumuz yer, konuşulan sözleri işitmekten
uzaktı. Ancak konuştukça Paşa hiddet etmeye başladı ve nihayet kamçı
ile süvarinin başına vuruyor, vurdukça hiddetinin arttığını
görüyorduk. Birden bire Paşanın sesi gürledi: "Bana bir kaç tane
asker getirin, bunu idam edeceğim!" diye haykırdı Kalabalık halk,
dehşet içinde kaldı. Paşanın hareketi ciddi görünüyordu. Valizade
merhum Dursun bey şefaatte bulundu. Süvari de şöylece yalvarmaya
başladı: "Paşam, korktum, gidemedim, müsaade buyurun gideyim,
alayım." Meğer düşman geldiği yerlere yakın telefon telleri varmış.
Süvariyi bir kaç neferle göndermiş, düşman gelmeden telleri alıp
çıkarmasını emretmiş. Süvari ise, telefon telleri bulunduğu yerlere
yaklaşınca, yakınında patlayan silah seslerinden korkarak dönmüştü.
Paşa, süvariye hitaben: "Şimdi alıp geleceksin, yoksa seni
öldüreceğiz," dedi. Bunun üzerine süvari atına atlayarak gitti. Paşa
da katırına binerek karargah yaptığı Yavan köyüne gitmek üzere
yollandı. Bizde evimize döndük.
AVNİ PAŞA BENİ YAVAN KÖYÜNDEKİ KARARGAHINA ÇAĞIRIYOR
Alano Sahot köyünden döndükten bir gün sonra, birisi gelerek: "Seni
Avni Paşa, Yavan köyünde istiyor," dedi. Vardığım zaman Paşa yukarı
Yavan köyünde, Molla Ali Oğlu Tahir''in evi önünde, elinde dürbün,
erkanı harbiyle düşman bulunduğu sahaları tetkik ediyordu. Kim
olduğumu anlatarak kendimi taktim edince: "Evet, size sol cenaha
kaymakam Tevfik beyin yanına göndereceğim; askerlerimize nasihatta
bulunacaksınız," dedi. " Beni bu vazifeye tayin ettiğinize dair
elime bir vesika vermenizi rica ederim," dedim. "Erkanı harbına
hitaben yaz," dedi. Gayet parlak cümlelerle havi bir vesika yazıp
paşa imza ettikten sonra bana verdi. (335 senesinde Samsunda
Andavallı Hurdavat mağazasında bir iş için dolaşırken yankesici,
işbu vesikanın bulunduğu cüzdanı aşırmakla, benim için çok kıymetli
bir hatıra taşıyan bu vesikadan mahrum oldum.)
OF''TA HARP BAŞLADI
331 Şubat sonlarıdır. düşman İyidereyi geçerek, sağ çahımıza doğru
-Keler Harvel istikametinde - yaylım ateşleriyle bir tehdit
taarruzuna girişti. Sol canahımızda yine İyidereyi geçerek, Kono
köyü ile Kel Ali istikametine doğru küçük mikyasta bir keşif
taarruzunda bulundu ise de, gönüllülerle bazı küçük müfrezelerimizin
baskınları ile, düşmanın bu taarruzları püskürtülerek İyiderenin
ötesine atılmıştır. Bu harekata bizzat iştirak etmiş bulunan Zırh
Oğlu Hacı Yusuf, vak''ayı ayni şekilde anlatmıştır. İkinci defa
düşman daha fazla kuvvetlerle ayni istikametlerden keşif
taarruzlarında bulundu. Sağ cenahta, Maki boğazında müdafaada
kaldık. Dolayısiyle, düşman Hundez köyü ve havalisini işgal etmiş
oldu. Kono köyü tarafından ilerlemedi. Sol cenahta şiddetli bir
taarruzla Kemali tepelerini tuttuktan sonra bizim taarruzumuz
başladı.
Bu esnada idi ki, aldığın vazife mucibi, sol senah karagahına
geldim. Denize nazır, Arslan adında bir zatın evini karargah yapan
kumandanın huzuruna gelerek vesikamı gösterip, kendimi taktim ettim.
İltifat gösterdi.
Ahmet Tevfik Avni adında olan bu zat, faal bir askerdir. Bu
henğamelerlede bir aralık Of kasabasında Rize tüccarlarından Zırh
Oğlu Emin efendiyi- Ruslar namına casusluk yapıyor diye- tabanca ile
öldürmüştü.
Kumandanın yanında oturuyorum, bana karşı tevercüh gösteriyordu.
Gönüllüler bilhassa Solaklı deresinde akıp gelmekte idi. Kelali
tepesinde müthiş tüfek harbi olmaktadır. O zamanı yaşayanlar
bilirler ki, bu tüfek harbi gönlerce dehsetini muhazafa ederek devam
etmiştir.
Karargahta son derece faaliyet vardır. Cephede harp eden
askerlerimize cephane kavuşturmak hususunda fevkalade gayret
sarfedilmektedir. Baltacı deresinin denize yakın sağ sahilinden
Kelali tepelerine doğru yayılmış askerlerimiz taarruz halindedirler,
tepeler düşman elindedir.
Akşam geç vakit gelen gönüllülere hitabede bulunuyorum: Durumu izah
ederek, vatan müdafaası yolunda harbin fezailine dair müessir sözler
söylüyorum. Benden sonra bazen kumandan Tevfik Bey, beni göstererek,
bu hocaya söyledi, ben de askerce söyliyeyim, deyip, asker demek,
itaat demektir. Harplerde zaferi temin eden birinci amil, askerin
itaatidir. Küçük bir itaatsizlik, büyük bir felaket getirebilir,
yolunda sözler söylüyordu.
Gelen gönüllü kafilerini bölük zabitlerinin idaresinde hemen Kemali
tepelerine doğru sevkediyordu. Memlekette tam kaynaşma ve
vatanperverlik havası esiyordu. Bulunduğumuz yerden harp sahasına
doğru bir hat çekecek olsak, dört kilometreden fazla değildir. Arada
Baltacı deresi vardır. Bu günün akşamında geç vakit, kumandan ateş
hattına kadar giderek teftişte bulundu. Avdetinde durum hakkındaki
sualine: Taarruz halindeyiz, zayiatımız, on kadar şehit saydım,
cevabında bulundu. Kumandanın bu beyanatına göre zayiatımızın daha
çok olması lazım geliyordu. Çünkü cephenin her tarafını gezip
göremediği muhakkaktı.
Kumandan Tevfik Bey, Avni Paşa ile telefonla görüştükleri bazı
zamanlarda yanında bulunurken taarruz halinde olduğumuz
anlaşılıyordu. arkadaşlık yapmakta olduğumuz bir zabitemize: bu
nasıl taarruzdur, top yok, makineli tüfek yok, dedim; cevaben bu
keşif taarruzudur. Şimdilik ne düşman, ne de biz top ve makineli
tüfek kullanamayız, dedi.
Kemali bayırlarında askerlerimizin nasıl yayılıp savaştıklarını
bulunduğumuz yerden görüyoruz. Arada bazı gönüllülerimiz martin
tüfekleri kullanıyor, barutlu fişek dumanları kendilerini örtüyordu.
Askerlerimizin cesurane savaşlarına rağmen bir tüfek Kemali
tepelerinden düşmanı söküp atamıyorlardı. Bu husustaki mütalaalar şu
nokta üzerinde toplanıyordu: Hakim bir mevkide tamamlanmamış bir
bina vardır. Düşman askerleri bu taş binanın içerisine saklanmıştır.
Bunları buradan çıkarıp atanmadığımız için taarruzumuz inkisaf
edemiyor. Kumandanın yayındayım, Avni Paşa durumu izah ederek, Of
kaza merkezinde bulunan tek bir küçük topun karargaha
gönderilmesiyle natamam binanın topla yıkılması temin edilirse
Kelali tepelerindeki düşmanı söküp atmak mümkün olacaktır, dediği
zaman inlişaf edemiyen taarruzumuz hakkındaki mütalaların doğru
olduğu anlaşıldı. Kumandanın, Avni Paşaya keyfiyeti arzetmesinden
bir saat sonra top gelmiştir. Topun başında bulunan zabiitmizi
yakından görünce, çok büyük teessür duydum. Vatan evlatları, vatan
uğrunda nelere katlandıklarını anlamak, anlatmak hususunda bir misal
teşkil ediyordu. Bu zabitin yakasında olan kir, kadarını hiç bir
yerde görmemiştir. Saçları, yüzü kir ve toprak içerisinde idi. Gayet
çevik ve azimli olan bu zat, hemen topu ve parçalarını hayvanların
üzerinden indirip,cephaneleri hazır duruma getirdikten sonra, topu
hedef için uygun bir yerde, fundalıklar arasına yerleştirirken
yanındaydım, heyecanım her an artmaktadır. Şimdi top patlayacak,
gözümüzün önündeki binanın duvarları yıkılıp, yakınında taarruz
halinde bulunan askerlerimiz hücum ederek düşmanı kovalarken
göreceğiz. Topu, ateş edecek duruma getirmek için çalışılırken
dikkatle ilgilenmem, zabitin dikkat nazarını çekmiş olacaktır ki,
gel bak, nasıl nişan alıyoruz, dedi. Topun önünde bir dürbün vardır;
bakıldığı zaman arpacığın üstünden görülecek nokta hedeftir, diye,
gösterdi. Zaman müsait olmamakla beraber bunu görmek benim için
meraklı bir şey olmuştu.
Hazırlık tamamdır, heyecanımız son haddine gelmiştir. Lakin ne
çareki, kara yüzlü talih yüzümüze gülmemiştir. Mevsim icabı bir ses
geldi,hedefi kapadı. Bu durum karşısında hepimizin kalplerini de
keder kapladı.
Topu idare eden zabitin faaliyeti sektedar olmamıştı. Yanına gelip:
Hasbelicap ric''at etmek istersek sahilden başka üst koldan topu
kaçırabilecek yol var mıdır? Katır tırnağı tutacak bir yol benim
için kafidir, diyordu. :Bu hususta malumat aldıktan sonra anlatıyor:
Bu toplar on tane idi. Hepsi düşmana kaldı. Yalnız ben, birçok
tehlikeleri göze alarak bunu çıkarabilirdim...
Zabit ric''at halinde yollar üzerinde bulunmamıza rağmen, topu
taşıyan hayvanlar gayet besliydi. Kahraman zabit mütemadiyen
neferlere talimat veriyor, hayvanlara ot verdiriyor. Biraz oturup
istirahat etmek gibi bir şey hatırına gelmiyordu.
KELALİ TEPELERİNE DOĞRU TAARRUZUMUZ GEVŞİYOR.
Topun gelmesinden bir gün sonraki, 332 senesinin Mart ayı
iptidalarıdır. Sis yok, fakat top da meydanda yok. Bulunduğumuz
mahallin güneyindeki arka tepelere nakledildiğini söylediler.
Taarruzumuz müdafaa haline inkılap ediyor, durum iyi değildir.
Bir gün karargahta kumandanın bulunduğu binanın önündeyiz. Baltacı
deresi tarafından bize, karargaha doğru bir çocuğun kollarına iki
kişi girmişler, geliyorlar. Yanlarına koştum: On altı yaşlarında bir
çocuk, ayağı sarılıdır, üzerine pek basamıyor, topallıyarak
yanlarındakilerin yardımıyle geliyor. Ve mütemadiyen şöyle diyordu:
Yaramın ehemmiyeti yoktur, daha harp edecektim, beni bırakmadılar.
Çocuk, yaralı olduğu halde göstermekte olduğu kahramanca cesarete
herkes hayranlıkla bakıyordu.
Kahraman Of evlatlarını, Of muharebelerinde bu çocuk temsil
etmiştir. Gerek Rize semtinde, gerek Sürmene taraflarında düşman
durmadan yoluna devam etmiş iken, Of''ta 20 gün kadar uğraşmak
zorunda kalmasının sebebini, memleket çocuklarının bu gibi
kahramanlıklarında aramalıyız.
Çocuğu kumandanın huzuruna getirdiler, aferin oğlum, deyip iltifat
gösterdikten sonra , Sürmene''deki hastaneye gönderin, dedi. Çocuk,
benim yaramın ehemmiyeti yoktur, müsaade buyurun köyüme gideyim,
anamın yanında iyi olurum dedi- Hakikaten çocuğun ana kucağında
bulunması yakışıyordu- Bu durum karşısında ben de kumandanın yüzüne
bakarak, lisanı halimle, çocuğun ricası maslahata uygun olduğunu ima
ettimse de, kumandan muvafakat etmeyip, hastaneye gitmesi lazımdır,
dedi.
Bu çocuğun adı, köyü hakkında o zaman not almadığıma hala
müteessirim. Ancak bilahare öğrendiğime göre, şu şarkı gibi şeyler
bu çocuk hakkında söylenmiş imiş. Eğer bu söylentiyi hakikat olarak
kabul edersek, çocuğun adı Osman''dır.
Osman vuruldu ölmedi,
Düşman önünden dönmedi,
Cenkler hevesi sönmedi,
Allah için hep ileri,
Allah için dönmem geri.
Osman diyor dönmem geri,
Yok eyleyin düşmanları,
Ağlatmayın anneleri,
Allah için hep ileri
Allah için dönmem geri.
Yine bügünlerde Kemali tepelerinde müthiş tüfek muharebesi olurken
biz Arslan''ın evinde bir odada zabit arkadaşlarla konuşuyoruz,
birdenbire yakınımızda bir top sesi işitildi. Bizim topumuzun ateşe
başladığını sanarak hep birden dışarı fırladık, memulümüzün hilafı
bir düşman gemisi tam Baltacı deresinin önünde, Kelali bayırlarında
harp eden askerlerimize karşı top ateşine başlamıştı. Az zaman sonra
bu havalideki evlerden bazıları yanmağa başlamıştır. Evvela evden
bir duman çıkıyor, biraz sonra alev görülüyordu. Böylece az zaman
zarfında müteaddit evler yapmağa başlamıştır. Harp eden
askerlerimizin arkasında yapılan bu harekete karşı askerlerimizin
silah sesleri seyrekleşmeğe başladı. Biz ise çalılar arasından olup
bitenleri seyrediyoruz. Bu esnada kumandan Teyfik Bey faaliyettedir.
Dere ağzında bulunmakta olan bölük kumandanlarına emirler veriyordu.
Yanına yaklaştığım zaman telefonla dere kenarındaki bir zabite şöyle
söylüyordu: Eğer düşman denizden asker çıkarmıya teşebbüs ederse,
efradı hattı asliye alınız- Bizim bulunduğumuz sahadır- Böyle bir
teşebbüste bulunmazsa, bulunduğunuz yerde sebat ediniz.
Bu arada bir şey yazıp bir nefere vererek, hemen koş, getir, dedi,-
top seslerinden olacak- neferin telaş gösterdiğini görünce, vakur
bir sesle nefere:Dur, ne oluyor; soğukkanlı ol! dedi. Nefer kendini
topladı ve yürüdü.
Düşmanın top atan gemisi bir aralık toplarını bizim tarafa çevirdi.
Tepe bize karşı siper vazifesini görüyordu ise de, patlayan
şarapneller aksi tarafa doğru geliyor ve civarlarımıza düşüyordular.
Yakınımızda bulunan istihkam neferleri yarların altlarına sinerek
neticeyi bekliyorlardı.
Bu hengamedeydi ki kumandan beni çağırıp: Git, aileni hattın
arkasına çıkar, dedi. (Evvelce, evimin hat üzerinde bulunduğunu,
anam, babam, çocuklarım evde olduklarını; çıkmak icap ettiği zaman
malumat vermelerini kendilerinden rica etmiştim.) Bu ihtar üzerine
dakika kaybetmiyerek kumandana ve diğer zabit arkadaşlara veda
ederek süratle bayırdan aşağıya yürüdüm. Irmağa inip koşar adımlarla
tepeye tırmanırken, isabet eden güllelerden bazı ağaçların yıkılmış
hallerini tedehhüş edip seyrederek süratle uzaklaşıp top manzili
haricine çıktım.
BİR MUAMMA
BİR İHTİYAR KADINLA BİR SİLAHLI GENÇ
Yoldan biraz uzakta, ilk baharın verdiği neş''eile yaprak ve
çiçeklerini göstermeğe başlayan güzel bir ağacın altında ihtiyar bir
kadın, önünde ayakta bulunan bir silahlı gence bir şeyler söylemekte
olduğunu gördüm. Ne konuştuklarını anlamak ve biraz da dinlenmek
üzere yanlarına yaklaştım. İhtiyar kadın yanlarına geldiğimi
görünce, gence söylemekte olduğu lafını keserek, sert bir bakışla
bana dedi ki: Nereye gidiyorsun? Halimi, nereden gelip nereye
gitmekte olduğumu anlattım. Hiddetle: Vatan elden gidiyor, sen ne
konuşuyorsun, dedikten sonra yine gence dönerek söylemekte olduğu
sözlerine şöylece devam etti:
Moskof geldi yurdumuza dayandı,
Süngüleri bağrımıza dayandı,
Kel alinin sırtı kana boyandı.
Türk kızları tasalandı, utandı.
Koş yiğidim namusun var, dinin var,
Ağlayanlar arasında anan var.
Maki boğazında cenkler oluyor,
Kahpe düşman yine hücum ediyor.
Silah seslerinden dağ taş inliyor.
Camilerin, mekteplerin ağlıyor.
Koş yiğidim namusun var, dinin var,
Ağlayanlar arasında anan var.
Genç silahlı, kadının bu sözlerinden o kadar büyük teessüre
kapılmıştı ki, benim tarafıma hiç bakmıyordu, ben ise bu ihtiyar
kadının bana karşı gösterdiği sert muameleden teessür ve hayret
içerisinde idim. Kadın, camilerin, mekteplerin ağlıyor, dediği
zaman, müthiş sadasiyle beni titrettiği gibi elleriyle,memleketin
her tarafını gösterir gibi işaretler yapıyor ve ağlayarak arasında
anan var, dediği zaman, elini göğsüne getirip kendini göstermesi de
yine beni gayri ihtiyarı ağlatıyordu. Karşısındaki genç ise, bu son
sözleri üzerine gözlerinden yaşlar dökerek sahile doğru son süratle
uçup gitti. Bense utanmış ve teessürlere garkolmuş bir halde kadının
yanından uzaklaşıp yoluma devam ettim.
Of''ta cereyan eden muharebelerin en mühim noktasını teşkil eden sol
cenah, deniz kenarından ayrıldıktan sonra -gerek müşahede ve gerek
mesmuat kabilinde olsun- malumatımı yazmağa devam ediyordu:
Kelali muharebelerine silah elinde bizzat katılanlardan Nuh oğlu
Ağanın anlattıklarına göre: Hundez köyünden Kalali harbine katılan
60 kişi kadar olup bunların aralarında Nuh oğlu Esat Ağanın oğlu Ali
Ağa ile Demirci oğlu İzzet de bulunmaktaydı. Kıtalara mensup
zabitlerin idarelerinde günlerce Kalali tepelerine hücumlarda
bulundularsa da düşmanı tepelerin arkasına atmak mümkün olmamıştır.
Bu hücumlar sırasında Hundezli Hacı Osman oğlu Ahmet, vatan
uğrundaki şehitlere katılmıştır.
Bu beyanatta gösteriyor ki, Of kahramanlarının Kelali tepelerine
karşı yaptıkları hücumlarda, Muntazam askerlerimizle beraber son
gayretle çarpışmışlar fakat gün geçtikçe düşman yeni kuvvetler
alarak galebeyi temin etmiştir. Bilhassa deniz tarafından, harp
gemilerinden gördüğü yardım sayesinde kuvvetlerimizi ric''ate mecbur
etmiştir. Eğer düşman denizden yardım görmemiş olsaydı, Of
muharebeleri daha günlerce devam edebilirdi.
KELALİ TEPELERİNE KARŞI YAPILAN TAARRUZUMUZUN HEDEF VE GAYESİ
Of cephesi kumandanlığının -oldukça zayiatımızı mucip olan- Kelali
tepelerine karşı yaptırmış olduğu taarruzdan hangi neticeyi elde
etmek istiyordu? - Bu muharebeler arasında meşhur, Deli Halit
Paşanın da Bayburt cephesinden ayrılarak Of muharebesini bir müddet
idare etmesi, bu cepheye verilen ehemmiyeti gösterir- düşmanı Kelali
tepesinden atıp İyidereyi geçerek Rize''yi istirdat etmek gibi bir
gaye takibettiğine pek ihtimal veremez . Ancak bu taarruzla gün
kazanmak suretiyle arkadan takviye almağa imkan bularak düşmanı bu
cephede durdurmak istiyordu. Çünkü Çanakkale''den gelmekte olan
askerler yaklaşmakta idi. Bir de bu cepheye top kavuşturulmak
isteniyordu.
Evet, kumandanlık bu elverişli düşüncelerle düşmanı Kelali
tepelerinde bir müddet durdurabilmiştir. Çanakkale''den veya ihmal
edilmek mecburiyeti hasıl olan bir cihet vardı ki, o da düşmanın
deniz kuvvetine karşı tedbir almaktı.
Düşman karadan askerlerimize karşı aciz kalınca deniz kuvvetlerine
başvurarak karadan ve denizden askerlerimizi iki ateş arasına
alınca, kumandanlığın bütün tasavvurları suya düşmüş oldu.
Cepheden ayrılıp eve geldiğim zaman herkesi heyecan içinde buldum.
Köyümüzün halkı hicret telaşesinde ve cephe arkasına eşya
nakletmekle meşguldü. Rum vatandaşlarımız hicret etmiyeceklerine
göre bunların evlerine eşya taşıyıp kurtarmak gibi hareketler
görülmekte idi. Düşman ise Çalik köyü istikametine doğru Miriç
oğullarının mahallesi arkasındaki tepelerden Kuriç köyüne doğru top
atmağa başlamıştı. O civarlardan düşmanın müteaddit makineli tüfek
sesleri geliyor, artık bizim köyümüz de cidden tehlike sahasına
giriyordu. Sağ cenahtan, Maki boğazından düşman taarruz ediyor ve bu
cephenin de tehlikede olduğunu haber alıyoruz. Maki cephesinde bir
mitralyözümüz, taarruz eden düşmana ateş ediyor ve zayiat
verdiriyor. Bu cenahı müdafaa eden kumandan, Avni Paşaya haber
göndererek, hemen arkanıharbinin, bulunduğu noktaya gönderilmesini
istiyordu. Bu haberler sağ cenahta durumunun iyi olmadığını
gösteriyordu.
Kuriç kilisesi civarında harp eden gönüllüler, düşmanın top,
mitralyöz, ateşlerine mukavemet edemiyerek ric''at etmekte
olduklarını, evimizin yanında görüyoruz. Bu ric''at edenlerden
birkaç gönüllü, az sonra koşarak dereye inip yanımıza geldiler,
durum hakkında verdikleri malumata göre: Kuriç köyü civarında harbe
tutuşmuşlar; birkaç arkadaşların yaralanmış ve kendileri de geri
çekilmek zorunda kalmışlardır.
Kuriç köyüne doğru tevcih edilen düşman toplarının patlayıp
saçtıkları şarapnellerin bayaz dumanlarını görüyoruz ve nihayet
Kuriç kilisesinde çalınan çanla, düşmanın bu köyü işgal ettiği
anlaşılıyor. Az sonra da Mahtandoz köyünün sırtlarında düşman
neferlerinin görülmeğe başlaması üzerine evimizin kuzeyindeki
sırtlarda bulunan askerlerimiz bu görünen düşmanlara doğru bir
yaylım ateşi açıyorlar.
YIĞA RUM KÖYÜNÜN HALKI DA MUHACİR OLUYOR.
Yukarıda işaret edildiği gibi, bizim köyümüzle civar köyler, Yığa
Rum köyüne birçok eşya taşımışlardı. Rumlar muhacır olamıyacağına
göre güya bu eşya Rumların allarinde mahfuz kalacak, bilahare
herhangi bir suretle bu eşyaya sahip olacaklardı. Rum köyüne o kadar
çok eşya yığılmıştı ki, evler lebalep dolmuştu. Rumlar memnun:
Düşmanları olan Türkler gidiyor; dedeleri olan Ruslar geliyordu.
Zavallı Türkler, sırtlariyle taşıyarak evlerini servetlerle
dolduruyorlardı (gel keyfim gel). Lakin Avni Paşanın şiddetli bir
emriyle durum değişiyor, keyifleri kaçıyor: 24 saat zarfında Yığa
Rum köyü haklı köyü terkedecektir. Birkaç saat zarfında- bir servet
hazinesi haline gelmiş bulunan bu köy- viraneye dönmüştür. Kapılar
kırılmış, eşyalar şuraya buraya dağılıp saçılmış, yağmaya uğrayıp
perişan bir hale gelmiştir. (Yığa Rum köyü muhacir olarak Yavan
köyüne geçmege mecbur olduysa da, bilahare harp esnasında tenha bir
yerden geriye dönerek köylerine gelmişlerdir. Ruslar geldikten sonra
da köyümüzde kalan komşularımıza karşı ellerinden gelen fenalığı
yapmışlardır.)
ASIRLARCA ECDADIMIZIN YAŞADIĞI KÖYÜMÜZÜ EVİMİZİ TERKEDİYORUZ
Yukarıda işaret edildiği gibi, köyümüz ve evimiz tehlikeye
girmiştir. Artık köyümüze, evimize elveda!..
8 Mart 332 rumi, çarşamba günü ağlayarak evimizden ayrılıyoruz.
Ecdadımızın asırlarca yaşadığı güzel köyümüz, babamızın da doğup
büyüdüğümüz evimiz artık bizim değildir, belki bir kaç saat sonra
düşman, köyümüzü, evimizi işgal etmiş olacaktır. Ne acı akıbet, ne
büyük felaket!.. Vatan ne demektir, vatan sevgisi nedir, bunu bir
muhacire sorunuz. Düşmanın zalim istilasına uğrayan vatanından
ayrılırken hasıl olan teessür ve ıstırabın derecesini yine bir
muhacire sorunuz. Dünyada en büyük felaketin ne olduğunu anlamak
isterseniz- bizim gibi- bir muhacire sorunuz. Ağlamanın en hazinini,
vatandaşın, vatanından ayrılırken kalbinden fışkırıp gözlerinden
dökülen yaşlardan anlarsınız.
13 nüfus ailemiz bir gün evvel Yavan köyüne gitmiş bulunuyordu.
Yanımda yalnız kardeşim İsmail vardı. Köyümüzün halkı komşularımızın
(birkaç hasta müstesna)kamilen denecek derecede muhacir olmuştur.
Baltacı deresinin sağ kolundaki köylerden de akıp gelen muhacirlerle
Yavan köyü mahşere dönmüştü. Kardeşim İsmail ile beraber Yığa Rum
köyünün perişan halini seyrederek Yavan köyünde,peder valide ve
efradı ailemizle Martın 8 ini 9 a bağlayan geceyi geçiriyoruz. Bu
gece Abdulkerim oğulları Sadullah ve Halim Efendilerin evlerinin
yandığını esefle görüyoruz. Baltacı deresinin mimarı bakımdan en
kıymetli evi -içerisindeki askerlerimiz tarafından - kazaen yok olup
gitmiştir.
YAVAN KÖYÜNDEN YOLLANIYORUZ
Harp, Baltacı deresinin deniz kenarındaki ağzında bütün şiddetiyle
devam ediyor, merkez ve sağ cenahtaki askerlerimiz derenin sol
koluna doğru çekilirken, biz sabah erken Ços dağına doğru çıkıyoruz.
Günlerden beri sisli ve yağmurlu hava açmıştır. Berrak bir hava
vardır. Güneş Koloneros dağından kendini gösterdiği zaman bir
zavallıların talihi, küsufa uğramaktaydı. Manzara mahşerden bir
nümune idi. İhtiyarlar, çocuklar, kadınlar; herkes önlerinde
inekleriyle iniltiler, feryatlar, hasret sadaları ile ağlamalar
arasında dağa doğru çıkıyoruz. Bizim köylü bir kadın, ikiz, iki
çocuğundan bir tanesini yolun kenarına bırakıp yoluna devam ediyor.
Solaklı dereli -harbe iştirak eden- bir hoca,çocuğu alarak anasını
bulup vermiştir. Lakin ne ,çare ki,- herkes kendinden başka kimseyi
düşünmediği böyle bir kıyamet gününde- çocuklarını ve eşyasını bir
sepete koyarak taşımak isteyen bu kadının, insan takatinin üstünde
olan meşakkatlere tahammül edemiyerek çocuğunu yine terkedip gitmek
zorunda kaldığı görülüyordu.
İşte acıklı, felaketli, elemli, firkat ve hasretle olan bu
görülmemiş yolculuk arasında işitilir: Hey gidi evim, hey gidi
köyüm, hey gidi vatanım.. gibi ağlatıcı sözlerdi.
Bu gibi feryatlar arasında binlerce insan, ihtiyar, kadın ve
çocuklar; herkesin önünde inekleri olduğu halde yollarına devam
ederken, şuursuz bir hareker var. Meçhul, karanlık bir ufka doğru
gidiliyor, hedef neresidir, bunu düşünen yoktur... Ços dağına çıkıp
istırapları çekmeğe lüzum yokken ve doğruca sahile inip Trabzona
gitmek icap ederken, hangi fikrin mahsulü olarak bu dağa çıkılıyor.
Bu bir şaşkınlık eserinden başka bir şey değildir.
Nihayet Halman köyüne iniyoruz, Sarıca oğullarından birinin evine
girip akşam burada istirahat ederek sabahleyin hedefsiz yolumuza
devam edeceğiz. Vakit ikindi zamanlarıdır. Halman köyü muhacirlerle
lebalep dolmuştur, düşman artık bize uzaktır, istirahat edebiliriz,
diye düşünürken, birdenbire: Kondarın başı denilen mahalden bir
yaylım ateşidir başladı. Bulunduğumuz Halman köyüne bir saat kadar
mesafeye düşmanın geldiği anlaşıldı.
Ruslar, Maki boğazından, zayıf bulunan sağ cenahımızı yakarak
Baltacı deresinin sol kolundan geçip Kontarın başını tutmuş
oluyordu. Demek düşmanın önünde buluna kuvvetlerimiz buradan Alano
köylerine doğru çekilip Yavan köyündeki karargaha vardıkları ve bu
taktirde dağ etekleri tamamen düşmana açık kaldığı anlaşılıyordu.
Bu beklemedik silah sesleri herkesin üzerine ani bir şaşkınlık
yarattı. Halman köyünde bulunan bütün muhacirler bulundukları
yerlerden dışarı fırladılar, bir kıyamettir koptu... Yanıma gelip ne
yapmak lazım geldiğini soranlar oluyordu. Gün basmadan Solaklı
deresini karşıya geçmek muvafık olacağını söylüyordum.
Bulunduğumuz yerden karşıya geçebilmek için sahile doğru köprüye
mesafe uzak değildi. Hazırlanıp yola dizilinceye kadar akşam da
olmuştu. Yollar müthiş çamurdur, akşam karanlıktır, köprüye bir
türlü varamıyoruz. Aile afradımızın hepsi taşıyabilecekleri kadar
eşya yüklenmişlerdir. Ben ise iki yaşındaki bir kız çocuğunu
sırtına, bir yaşındaki diğer bir çocuğumuzu kucağımda taşımaktayım.
Bir elimle sırtımdaki çocuğu tutarken, diğer elimle kucağımdaki
küçük çocuğu tutuyorum. Arkamdaki çocuğa:"Boynuma sarıl" diyorum.
Böylece kolum biraz rahat oluyorsa da, az sonra çocuk ellerini
bırakıyor, düşecek gibi bir durumhasıl oluyor. Tutmak için kolumun
takati tükenmiştir, ıstırabımın hududu yoktur, kollarım tamanen
tutmaz bir hale gelmiştir, yakın köprü de uzak olmuştur, bütün
gayretler de sona ermiştir.
Arkamızda düşman, hava karanlık, vakit gece, yol çamurdan bir derya
ve bize yabancı vücudumuzda ise takatten eser kalmamıştır. İşte
hicretin en acı, en felaketli bir zamanını geçiriyoruz.
Kendi halimizi misal olarak yazıyorum, bütün muhacirler bizim
gibidir. Nihayet bir kenarda sabahı beklemekten başka bir çaremiz
kalmadı. Beraberimizde taşımakta olduğumuz, keçe vesaireyi sererek
aile efradımıza istirahat verdirmeğe naçar karar verdim.
Sabah buradan doğru sahile inerek Trabzona varmak için durum müsait
ve pek kolay iken, şuursuzluk yine devam ediyor. Mavrant dağından
yukarı dikiliyoruz ve Mavrant mezraalarına varıp istirahat ediyoruz
(10 Mart 332).
ARKADA BIRAKTIĞIMIZ HARP CEPHESİNİN DURUMU NASILDIR?
İki günlük büyük sıkıntı ve ıstıraplardan sonra, yolumuza devam edip
bir an evvel aile efradımızı düşmana esir düşmek tehlikesinden
kurtarmak en makul hareket olduğu halde, arkada bıraktığımız
cephedeki askerlerimiz ve düşmanın nasıl bir durumda olduklarını
anlamak merakına kapıldım. Düşüncelerimiz şöyleydi: Aile efradımız
çok yorgundur. İki gün kadar burada, Mavrant mezraalarında istirahat
etmelerine ihtiyaç vardır. Bu fırsattan istifade ederek geri dönüp
cephedeki harp durumumuzu anlayalım. Cephedeki durumumuzu anlamak
bizim için lüzumlu bir şey değildir, acaba neden böyle düşünüyoruz,
har halde vatandan ayrılmak dolayısiyle hasıl olan teessürün
dimağlarımıza yaptığı sarsıntı, muhakeme kabiliyetimizi bozmuştur.
Komşumuz merhum Likit oğlu Kadiri beraber alarak Solaklı deresini
geçip Ços dağına çıktığımız zaman bir miktar askerimiz dağın batı
tarafındaki suyun başında çamaşır yıkıyordu. Orada öğreniyoruz:
Halman''da iken Kondarın başından yaylım ateşi yapmak suretiyle bizi
dehşete düşüren ve korkutan Rus askerleri, bilahare dağın Baltacı
deresi mailesinde yerleştirilen mitralyozlarımızla Kontar geçidi
ateş altına alınınca oradan tardedilmişlerdir.
Yolumuza devam ediyoruz. Evvelce Yavan köyüne zahire taşıdığımız
Baltacı oğlu Hüseyinin evine gitmek istiyoruz. Oradan köyümüzü,
evimizi doya doya seyredeceğiz. Artık badbaht köyümüz düşman
elindedir. Mutrup oğullarının evleri bulunduğu tepelerden camiin
yanından, kilisenin kabanından mavzer silah sesleri geliyor. Lakin
kimseyi göremiyoruz. Oradan atılan kurşunlar bizi korkutabilir,
Hüseyinin evine doğru giderken düşman askerleri bizi görmüş
olacaklar ki, az kaldı kurşunlarına hedef oluyorduk. Kendimizi
süratle eve attık, evde insan yoktur. Kapılar açıktır, mısır vesair
eşya ile ev lebalep doludur, evin önünde iki tane küçük
(buzağı)kesilip bırakılmıştır. Civar evlerinde hepsi boş olduğundan,
insana ayrıca bir dehşet geliyor. Beraberimizde bulunan yemeklerden
bir taraftan yiyoruz, diğer taraftan mahzun bakışlarla köyümüzü,
evlerimizi derin bir hasretle gözden geçiriyoruz. Evlerimiz yanmayıp
selamette olduklarından, memnun oluyoruz... Dönüp geleceğimize
ümidimiz kuvvetlidir.
Yavan köyünün muhtelif yerlerinde askerlerimiz mevzi almışlardır.
Her halde Yavan ile Yığa köyleri arasında çetin bir harp vuku
bulacaktır. Evvel gayet intiyatlı olarak çıkıp yukarı Yavan köyüne
doğru yol alıyoruz. Köyün başından Hacı süleyman oğullarının evleri
bulunduğu tarafa doğru dönünce, ağaçlıklar arasında askerlerimiz
istihkam kazmakla meşgul olduklarını görüyoruz. Dayımın oğlu merhum
Tayfuru bu askerler arasında buluyoruz. İstihkam kazarken bir
askerimizin yaralandığını, bir kahraman zabitimizin de dereye yakın
bir mevzide şehit olduğunu Tayfurdan öğreniyoruz. Buradaki
askerlerden aldığımız izahata göre cephenin bu kısmında bir harp
vukua geleceğini de anlıyoruz. (Muhacirlikten döndükten sonra
içeride kalan Rumlardan da öğrendiğimize göre, bu iki köy arasında
müthiş muharebeler vukubulup Ruslar bize nisbette büyük zayiata
uğramışlardır.) Gideceğimiz yol tehlikelidir, gayet imtiyatlı
gidiyoruz. Yaranoz köyünün manastır mahallesine varınca artık
tehlike kalmamıştır. Zariyos köyüne geldiğimiz zaman, Çanakkale''den
gelen askerlerimizi orada görüyoruz, askerler istirahattedirler.
Soruyorum: Ruslara karşı durumu nasıl görüyorsunuz? Cevap: Biz
Çanakkale''de İngilizleri yere serdik, Ruslar kim oluyorlar?
Akşam oluyor. Yedikarlı köyünde bir hocaya misafir oluyoruz,
kararımız, sabahleyin Of kasabasına uğrayıp durum hakkında sağlam
bir haber aldıktan sonra sahil yoluyla İvyandan yukarı, ailemizin
bulunduğu yere geleceğiz.* Yolda Yaranoz müderrisi Bilal Efendiye
tesadüf ederek beraberce gidiyoruz. Kasabanın kenarına geldiğimiz
zaman, cephede durumun çok vahim olduğunu anlayınca kasabaya
uğramaktan vazgeçip İvyan''a doğru yürüyoruz.
Yolda bir şayia: Cephenin sol cenahına büyük bir topumuz geliyor.
İvyan tarafından gelmekte olan bu topu çekip getirebilmek için
yolculardan yardım isteniyor. Bu arada diğer bir şayia : düşman
donanması Rize tarafından görülüyor. Topu bir dere içerisine çekip
saklıyorlar. Biz ise süratle İvyan köyünden geçerek ailemizin yanına
varıyoruz.
12 Martı 13 Marta bağlayan geceyi burada geçirip sabah erken
yollanacağız. Bu gece düşman bütün hat boyunca karadan ve denizden
taarruza geçtiği anlaşılıyor. Denizden atılan topların- şarkımızdaki
dağlarda - patlayan şarapnellerinden çıkan ateşleri görüyoruz. Top
seslerinden dağlar inliyor. 13 Mart 332 de bütün cephemizin
bozulduğunu, sol cenahta tanıştığımız zabit arkadaşlarımızdan Mahno''da
tesadüf edip öğreniyoruz ki, son harp çok müthiş olmuştur. Karadan,
denizden istihkamlarımız şiddetle bombardıman edilmiş, bilhasa
denizden büyük toplarla yapılan bombardıman neticesinde sol
cenahımız yıkılabilmiştir.
Ruslar, Of kazasını tamamen işgal ettikten sonra Sürmene''yi de
geçerek Trabzona kadar geldikleri halde güneyden Okene ile Bayburdun
Cencul köyleri arasındaki dağlarda uzun zaman harp devam etmiştir.
Bir aralık bu dağlar boyunca askerlerimiz tarafından yapılan
kuvvetli bir taarruzla Ruslar paniğe uğramış, Kondu''ya kadar
çekilmişlerdir. Bu paniğin tesiri Of kasabasıdan Rizeye kadar
görülmüştür.
Bu zafer neticesi olarak evvelce hicret edemiyen bazı vatandaşlar bu
sefer hicret edebilmişlerdir.
Maalesef İspir''den, yukarı Bayburda hücum eden düşmanın baskısı
dolayısıyle bu zafer de neticesiz kalmıştır.
OF MUHAREBELERİNİN HULASASI
Hopa''dan Aşıt deresine kadar gelen Ruslar, Of muharebelerinde
verdikleri zayiatı hiç bir yerde vermediler. Bir avuç Türk kahramanı
Of''ta yarattığı kudrete, Of halkının büyük şeref hissesi vardır. Of
halkı gönüllü olarak bizzat ateş hattına girmek suretiyle harbe
katılmıştır. Bundan başka, Rize''den yorgun gelen askerlerimize
kadınlar bile öz evlat gibi bakmışlardır. Bol yiyecek vermişler,
istihkamlara kadar yiyecek ve cephane taşımışlardır. Of''lular
kuvvetli bir imanla, düşmanla savaştılar. Bütün gayretler, memleketi
müdafaa ederek düşmanı tardetmekti. Eğer düşman kuvvetinin yarısı
kadar kuvvet bizim tarafta olsaydı, Of hududundan ileri bir adım
atmamıza imkan olmazdı. Birçok yolsuzluklar içerisinde düşman yirmi
gün kadar Of hududunda uğraştırmak zorunda bırakmışlardır. Birçok
zayiat da vermişlerdir. İçeride kalan Rumlardan bilahare
öğrendiğimize göre Of muharebelerinde Rusların zayiatı ağır
olmuştur.
Düşmanın Of''taki zayiatı hakkında resmi bir bilgiye sahip değiliz.
Şuradan buradan duyduklarımız muhteliftir. O zamanlarda Rusya''da
esir olarak bulunan vatandaşlarımız, Rus gazetelerinden
öğrendiklerine göre Of''ta düşmanın zayiatı on dört bin kişiymiş. Bu
rakam belki hakikate yakın değildir. Cephenin genişliği ve iki
taraftaki kuvvetin durumu düşünülürse Of''ta düşmanın zayiatı üç
dört bin kişi kadar tahmin olunabilir. Muntazam ve gönüllü
askerlerimiz yekünu bu miktardan çok fazla değildir. Bu taktirde
askerlerimizin hemen de mevcudu kadar düşman,zayiat verdi demektir.
Düşman zayiatının çoğu Kelali tepeleriyle Baltacı deresinin sağ ve
sol kıyılarının denize kavuştuğu noktalarında olmuştur. Ondan sonra
hattı aslı denilen Baltacı deresinin sol kolu boyunca Hastikoz,
Yaranoz köyleri ve Yığa köprüsü civarlariyle Solaklı deresi ağzında
olmuştur.
Bizim zayiatımıza gelince, bu hususta da elimizde hiç bir bilgi
yoktur. Düşmana nisbetle zayiatımız az olmakla beraber bir yekün
teşkil edecek derecede mühimdir. Muntazam askerlerimizden başka
harbe katılan Solaklı ve Baltacı derelerinde -birçok kimselerden
işittiklerimize göre- şehit olan vatandaşlar çoktur. Aşağı Hastikoz
köyü ile Ziheli köyü arasında bulunan sırtlardaki hendeklere
varıncaya kadar birçok şehitlerimiz gömüşmüş bulunduğunu işitmiştim.
Evet, birçok vatan aşıkları kazamızdaki harp sahasının şurasında
burasında vatanın müşfik kucağında, vatan aşkı ile canlarını feda
edip zevkli uykularını uyumaktadırlar.
***
Aşıkın zevki aşkındadır, vuslatta değil. Vuslat bazan aşkı
söndürebilir. Ancak vatan aşıklarının vuslata aşkları sönmez,
bilakis alevlenir. Çünkü, vatan aşıkları için son vuslat vatanın
şefkatli kucağı olan mezarda vukua gelir. Vatan aşıkları bu çukurda
vuslat zevkini bulurlar.
***
Aşık ve maşukalarda kusurlar bulunabilir, hiç kusuru olmıyan ve
kendisine karşı daima mütezait bir kuvvetle aşkı arttıran yalnız
sevgili vatandır. Bunun için, vatan yolunda can feda edenlere en
mübeccel namı veriyoruz: (ŞEHİT).
YAZAN : Hasan UMUR ( İstanbul, Maçka 1951 ) |
|