Avustralya’daki
okullarda şekerlerin satışının yasaklamaya Victoria eyaleti de
katıldı.
Yeni yasaklamalar, şekerli içeceklerin okul kantin ve paralı satış
makinelerinde yasaklanmasının ardından geldi.
Sağlık grupları bu yeni yasaklamaları yerinde bulurken, okul
müdürleri bunu ne ile telafi edecekleri konusundaki endişelerini
dile getirdiler.
Özel okullar, Katolik ve bağımsızları temsil eden kurullarla
birlikte, böyle bir yasaklamayı getirmeyeceklerini söylediler.
Eğitim Bakanı Lynne Kosky okulların verdikleri öğütleri uygulamaya
geçirmeleri gerektiğini söyledi.
“Teneffüs ve öğle yemeklerinde çocukların şekerlemelere $2-5
harcamasına izin verilerek sağlıklı bir müfredat programı
uygulanamaz” dedi.
“Tüm devlet okullarımızda okuyan çocuk ve gençlere daha sağlıklı
beslenmeleri gerektiğine dair doğru mesajı, kantinlerde yansıtarak
vermeliyiz”
Ms Kosky bu yasaklamaların 2009 yılına kadar uygulamaya
geçirilemediğinden okulların kantin kontratlarını
gerçekleştirebileceklerini söyledi.
Bu iki yıl içerisinde, imalatçıların da şekerlemelerde daha düşük
kilojul içeren alternatifler tedbirlere imkân tanınmış olacak.
Kosky bu yasaklamaların okul yardım faaliyetlerine
yansıtılmayacağını söyledi.
Çocukların evlerinden şekerleme getirmeleri konusunda da,
okulların sağduyulu bir yaklaşım sergileyeceklerini söyledi.
“Çocukların çantalarını kontrol eden yiyecek polislerimiz
olmayacak. Fakat çocuklarının beslenme çantalarını hazırlarken,
ebeveynleri bu doğrultuda düşünmeye teşvik edeceğiz” dedi.
Victoria Sağlık Başkanı Rob Moodie de sınırlamaları doğru bularak
Avustralya’nın ne yazık ki, çocuklardaki obezite konusunda artan
oranlarından dolayı “altın madalya” aldığını ve buna dur demenin
zamanının geldiğini söyledi.
Avustralya Tıp Derneği’nden Dr. Stephen Parnis de yasaklamaları
onaylarken bunun bir an önce yapılması gerektiğini savundu.
|
PROF. DR. KENAN DEMİRKOL, AKILLI BESLENMENİN
MATEMATİĞİNİ ANLATTI
'Damar tıkayan kolesterol değil, şeker!'
Gazetelerden kesip buzdolabına astığınız bütün 'kibrit kutusu kadar'
reçetelerini çöpe atın! Prof.Dr. Kenan Demirkol, A'dan Z'ye akıllı
beslenmenin matematiğini anlatıyor... Şeker, vücudumuzu, demir
paslanır gibi paslandırıyor, eskitiyor; çocuklarımızın hücrelerini 12
yaşında yaşlandırıyor. Şekeri, gıda sanayiinden söküp atmak zor ama,
işe evlerimizin kapısından başlayabiliriz!
Prof. Dr. Kenan Demirkol genel cerrah. Muayenehanesinin kapısında
'prof.' yazmıyor. 'Ben üniversitede hocayım, burada hekim' diyor. Söz
bir ara 'kronometreli doktorlara' geldiğinde, yani 15 dakika muayene
süresini aşınca ikinci vizite ücretini alanlara çok şaşırdı. Çünkü
kendisi saat takmıyor, 'dalgınlıkla saatime bakar da hastayı tedirgin
ederim' diye. Uzmanlık alanı, beslenmeyle yakından ilgili olan
sindirim sistemi organları. Ancak Demirkol bir 'akıllı beslenme'
uzmanı. Bunu bir insanın tüm bedenine ilişkin olduğu kadar, siyasi ve
toplumsal boyutlarıyla da ele alıyor. Peki beslenme nedir? İlk
aklımıza gelen, şişmanlık-zayıflık. Özellikle kadınlarda modasına göre
sıfır bedenle, 90-60-90 arasında değişen ölçülerde olmak ya da
olmamak. Doğru mudur? 'Kibrit kutusu kadar' reçetelerini bir yana
bırakıp, Demirkol'a: 'Neden düşmandır şu ünlü üç beyaz?' diye sorduk.
O, şekerle başladı.
'ŞEKER TÜKETİMİYLE HASTALIK ARTIŞ EĞRİSİ PARALEL'
DEMİRKOL- Kısmen ya da tümüyle beslenme alışkanlıkları sonucu oluşan
kronik, aslında önlenebilir hastalıklar, çok büyük bir toplum sağlığı
sorunu haline gelmiştir. ABD'de 20 yaş üstü erişkinlerin yüzde 65'i ya
şişman ya daha da ileri aşamada. 64 milyon insanın koroner kalp
hastalığı, 11 milyon insanın şeker hastalığı, 37 milyonun kolesterol
yüksekliği vardır. Ülkemizde kalp hastalığı sıklığı bu boyuta henüz
gelmemiş gözükse bile, şeker hastası sayısının dört milyon olduğu göz
önünde bulundurulursa, yakın zamanda vahim bir tablo ile karşı karşıya
kalacağımız açıktır.
Ne zaman ki şeker pancarından şeker üretilmesi Avrupa'da ortaya çıktı,
soğuk iklimlerde de şekere dönüşebilecek bir besin maddesi keşfedildi,
toplumların şeker tüketimi arttı. Toplumların şeker tüketiminin artış
eğrisiyle, hastalıkların artış eğrisi bire bir örtüşüyor. Çünkü; şeker
sadece kalorisiyle, şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan
kimyasal yapısıyla da çok tehlikeli. 'Şeker yiyeyim oradan aldığım
kaloriyi başka yerden kısarım' demek çok yanlış. İnsan vücudunun şeker
almasına gereksinim yoktur.
'12 YAŞINDA YAŞLANDIRIYOR'
- Çocukların enerjiye ihtiyacı var diye belli miktarlarda yemeleri
doğru değil mi?
- Asla doğru değil.
- Peki enerji ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız?
- Taş devri döneminde insanlar hayvan avlar ve bitki toplar. Şeker
sadece meyvede var. Meyve esas olarak bir kültür bitkisi. Doğal ortam
sebze ağırlıklıdır. İnsan eli ne kadar fazla değmişse bir gıda
maddesine, o oranda olumsuzlaşıyor. O dönemde, insanların kan şekeri
60 dolayındaymış. Bu devirlere geldikçe şekerle tanışıyor ve
alışkanlıkları değişiyor. Dolayısıyla ortalama kan şekeri de
değişiyor. Şimdi 100'lerdeyiz, 120'de şeker hastalığı. Biliyorsunuz
şimdi şeker hastalığı iki türlü. Bir doğumsal genetik özelliklerle
alakalı tip 1 diabet. Bir de edimsel tip 2 diabet. Pankreas organının
artık yeterince insülin üretememesiyle ortaya çıkar. Yaşlanma süreci
olarak kabul edilir. 60'lı yaşlarda görülmesi beklenir. Ama şu anda 12
yaşındaki çocuklarda tip 2 diabet var. Sağlıklı beslenmede şekerin hiç
yeri yok. Tamamen bir damak alışkanlığıdır.
'KANSER HÜCRESİ DE ŞEKERLE BESLENİYOR'
- Ama, beyin sadece glikozla beslenmiyor mu?
- Doğru. Ancak, bu glikozu her türlü karbonhidrat içeren bitkiden
vücut elde ediyor. Kanser hücresi de şekerle besleniyor. Özellikle
kemoterapi gören asla şeker yememeli.
Şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker
'sakaroz', iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür.
Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır. Glikoz
kan şekerimizin de adıdır.
Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. Vücudumuz şekerin
zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar. Çok
fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır.
İnsülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen
enerjiye dönüştürür. Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik
bünye. Çok az enerjiyle çok işler yapabilir. Mutlaka yediğiniz şekerde
bir fazlalık olacaktır.
Bu fazla şeker, insülin aracılığı ile ya kas ve karaciğerdeki şeker
depolarına götürülecek ki, vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır.
Orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü. İnsülin bu şekeri
alacak ve yağa dönüştürecek.
Dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde
yağlanmalara sebep olacak. İnsülin salgılandığı için bir de tokluk
hormonu salgılanır. Hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede
tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş olur.
Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz; çok az oranda insülin salgılatır.
Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. Fruktoz günde 15 gram kadar
vücudumuzda metabolize edilebiliyor. Değişik kimyasal süreçlerin içine
katılabiliyor. Bu da 30 gram şekerdir.
Günde bundan fazla yenirse karaciğerde trigliserite dönüşür.
Trigliserit kan yağıdır. Bu hem karaciğer yağlanmasına, hem damar
sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar. Bugün Amerika'da
alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan
karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.
'MEYVE YİYORSAN, ŞEKER YEME'
- Yiyeceklere ve içeceklere bunu tercüme edersek.
- Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır.
İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir.
Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve
yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş
olduğumuz bir takım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz.
- Meyvelerin şeker oranları farklı değil mi?
- İncir ve muz en çok şeker içerenler. Ama onun dışındaki meyveler
aşağı yukarı aynı.
- Okuyucularımız söyleşimizden sonra bir reçete çıkartabilirler mi?
Bunu yemeyeceğim, şunu yemeliyim diyebilir mi? Bu sistemin içindeyken,
nasıl başaracaklar bunu?
'HAYVANLARA YAPTIĞIMIZ…'
- Ben kendim yapmadığım şeyleri topluma anlatamam. Ben böyle ve de çok
keyifli yaşıyorum. Sunulanlar içinde sağlıklı beslenmeyi bir şekilde
yapmak mümkün.
- Aslında hayvanlar yapabildiklerine göre.
- Hayvanlar yapamıyor bu işi, Çünkü; hayvanları biz besliyoruz.
Tıkıyoruz ahırlara 'şunu yiyeceksin' diye hayvanlara hayvanlık
yapıyoruz.
- Oysa tavuklar bütün gün eşelenir durur, ihtiyacı olanı seçer yerdi.
Filler örneğin hastalandığı zaman belli ağacın yapraklarını gider
yermiş ilaç niyetine.
- Evet bu tüm hayvan aleminde var. Kaliforniya Valisi bütün o rambo
görüntüsüyle Amerika'da en aklı başında valilerden biri oldu. İki
büyük atılımı oldu. Bir tanesi; okullarda meşrubat satışını yasakladı.
İki; patates cipsinin üzerinde, 'öldürücüdür' yazısı konuyor.
AMERİKA'NIN MISIRINI TÜKETECEĞİZ DİYE…
- Cips deyince öteki düşmana mı geçiyoruz?
- Yok, bir konu daha var. Son yıllarda yeni akım mısırdan şeker elde
etmek. 1920'li yıllarda Amerikan başkanı 'benim köylüm mısırdan
kalkınacak' fetvasında bulundu. Gerçekten de çok büyük teşvikler
verildi. Göz alabildiğince mısır ekildi. Dünya mısır ekiminin yüzde
40'ı Amerika'dadır. Bunu sadece hayvan yemi yaparak ya da başka
yollarda tüketemeyince değerlendirme yolları arandı. Japonlar mısırdan
şeker elde etmeyi keşfetti. Amerika hemen balıklama atladı bu yöntemin
üzerine. Artık şeker endüstriyel. Sıvı olduğu için paketlenip
satılamaz. Ama her türlü dondurma, meşrubat, şerbette kullanılıyor.
Bakıyorsunuz şimdi baklavacı artık şerbetini kendisi yapıp dökmüyor.
Kartal'dan fabrikadan hazır fruktoz şerbeti geliyor.
KOLESTEROL DÜŞMANLIĞI
- Ama bunun daha sağlıklı olduğu yazılıp çiziliyor.
- Maalesef. Şimdi bilgi çağındayız ya! Bence bilgiye ulaşmanın en zor
olduğu çağdayız. Çünkü, ekonomik kazanç kaygısı her türlü bilginin
üzerine binmiş durumda. O kadar büyük bir rant var ki, gerçeğe
ulaşmanın en zor olduğu dönemi yaşıyoruz.
Biraz önce dediğimiz gibi 15 gramdan fazla fruktoz yağa dönüşüyor ve
bizi hasta ediyor. Nasıl demir paslanınca eskir, bu paslanmanın
bilimsel adı oksitlenmedir. Vücudumuzdaki hücreler de oksitlenir ve
yaşlanır. Birtakım gıdalarla oksitleyici, bir de bunu engelleyici
maddeler alırız. Örneğin, üzüm çekirdeği. Gerçekten bu sistem bizim
organizmamızın yaşlanmasını belirleyen, hastalanmasını, kanser
gelişimini belirleyen ana faktör. Bakın bir kolesterol furyası aldı
gidiyor. Kolesterol anne sütünde, yeni bir hayatın doğması için ana
nesne olan yumurtada bolca var. Demek ki insan hayatının gelişme
döneminde inanılmaz gereksinim var. Bakıyorsunuz kolesterol düşmanlığı
sarmış ortalığı.
'KOLESTEROL MASUM, BİZ SUÇLUYUZ'
- Kolesterolün ölçüsü de zaman zaman değişiyor. Bunun modası olur mu?
- Bakıyorsunuz LDL 130'a kadar normalde. Üç sene sonra 100, şimdi de
60 olsun diyorlar. Yakında sıfıra indirecekler. Aslında, kolesterol
masum. Bizler suçluyuz. Fruktozu yani tatlı şekeri yiyerek
oluşturduğumuz trigliseritler, kolesterolün oksitlenmesine sebep
oluyor . Yağsız kuzu şiş yediğinizi varsayalım, yanında da meyve suyu
içiyorsunuz. Sadece kuzu şişi yeseniz bir zararı yok, ama kırmızı
etten aldığınız kolesterolü, meşrubattan aldığınız şeker trigliserite
dönerek oksitlediğiniz için damar sertliği oluşuyor. Biz insanlara
'kardeşim kolesterol zararlı değil. Ama oksitlenmesine izin verme'
diyeceğimize, ilaç firmaları kolesterolü düşürecek ilaç keşfediyor.
Biz masum olanı indiriyoruz. Eğer oksitleyici maddeleri
düşüremiyorsak, oksitlenen maddeleri azaltalım. Ama esas insan mantığı
ne diyor? Oksitleyen maddeleri azalt.
Yine oksitleyici bir madde, damar sertliği yapan doymuş yağ asidi. Bu
madde yapay beslenen hayvanların sütünde var, depo yağlarında var. Ama
bizim ineğimiz merada otlasa, doğru beslense doymuş yağ asidi sütte ve
hayvansal yağda sıfır olacak. Dolayısıyla kolesterol oksitlenmemiş
olacak.
ANTEP YUVALAMASININ FAYDALARI
- Peki bu mümkün mü? Merada otlayan inek, otlayacak da, süt yapacak da
kaç kişiyi besleyecek? Fiyatı yükseltmez mi tüm bunlar?
- Çok güzel bir noktaya değindiniz. Yıllardır hep böyle aldatılıyoruz.
'Dünya nüfusu aç. Dünyayı besleyebilmemiz için yapay gübreye, yapay
yeme ihtiyacımız var.' Hayvansal proteini, tek kaynak olarak
görürseniz haklısınız. Ama insan ekmek yerken bile protein almış
oluyor. Hububat, baklagillerde bile protein var.
Şimdi doktorlar bunu okur okumaz itiraz ederler. Derler ki 'Esansiyel
amino asitler vardır'. Yani hayvansal gıdada var olan, vücudun
üretemediği mutlaka dışardan alınması gereken bazı protein yapı
taşları, amino asitler vardır.
Örneğin; mercimekli bulgur pilavı yaptığınızda bulgurda eksik olanı
mercimekten, mercimekte eksik olanı bulgurdan alıyorsunuz. Anakız diye
bir yemek varmış, ben de yeni gördüm, bulgurdan yapılan küçük
köftecikler nohutla birlikte pişiriliyor.
- Antep yöresinin yuvalaması gibi..
- Bir baklagil ve bir hububat. Birbirinin eksiklerini tamamlıyorlar.
Tam ete eşdeğer protein almış oluyorsunuz. Makro nutrientler yağ,
protein ve karbonhidrattır. Mikro nutrientler ise vitaminler,
mineraller, enzimlerdir.
Bizim süte kalsiyum açısından ihtiyacımız var.
Eğer merada otlayan bir hayvanın sütüyse içinde bulunan omega-3'e
ihtiyacımız var. Türkiye'de biliyorsunuz gençlerde inanılmaz bir demir
eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir kaynağıdır.
Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir.
Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben
proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten. Ama yapay yem
üreticileri 'biz dünyayı nasıl doyuracağız' yalanıyla kandırarak
hayvancılığı katlettiler.
Hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı
şeker hastası. Çünkü neyle besleniyor, pancar küspesiyle, yapay
protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor. Hızla kan
şekerini yükselten, hayvanın yağlanmasına yol açan ve hayvanın şeker
hastası olmasına yol açan bir beslenme şekli.
İNEK NE YEMELİ
Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç
yoktur . Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş
yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün
oksitlenmesine yol açar. Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne
kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır.
Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir.
Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur. Yine merada beslenen
ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. Bu gençlik
aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir.
Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci
kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal
sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama
batıda ekolojik hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel
üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor.
Ne Türkiye yasalarında ekolojik hayvancılıkla barışığım, ne de
AB'dekiyle. Ekolojik hayvancılık denince akla 'ekolojik tarım sonucu
elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi' geliyor. Affedersiniz ama
2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı.
İneğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var
mı? Yok.
- Demek Amerika'dakilerin varmış.
Orada da yok. İster ekolojik tarımla, ister normal tarımla elde
edilmiş olsun hayvana pancar verilmesi yanlış. Zaten hayvanın sütünün
kötü olmasının sebebi hayvanın, karbonhidratı zengin, onu yağlandıran
tarzda, mısırla beslenmiş olması. O yüzden ekolojik hayvancılık
dediğimizde yasalarımızın buna göre organize olması gerekiyor.
Tanımlamamız gereken, türe özgü beslenme. Bir inek nasıl beslenir
doğada? Öyle beslersek ineğin sağlıklı olmasını sağlarız. Dolayısıyla
verdiği ürünün de insanlara sağlıklı olmasını sağlarız. Bütün doğada
kendiliğinden yetişen yeşillikler omega-3 ağırlıklı yağ içerir.
İnsanların eliyle ekilenler omega-6 içerir.
HAMSİYİ HANGİ YAĞDA KIZARTACAĞIZ
- Ne fark var arasında?
-. İnsan vücudunun her hücresinde hücre zarı vardır. Bu hücre zarı
lipo protein katmanla sarılı. Yani bir yağ bir de protein. Bu hücre
zarındaki yağ ana madde olarak omega-3'tür. Tek tük omega-6 da içerir.
Biz yeşillikten uzaklaştıkça ve hayvanımızı da yeşillikten
uzaklaştırdıkça elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal
deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insanın her gün 1 gram
omega-3 alması gerekiyor. Omega-6 yağ asitleri ile omega-3 yağ
asitleri vücudumuzda aynı enzimlerle metabolize edilir. Biz ayçiçeği
yağı, soya yağı gibi yağlarla beslenip çok omega-6 aldığımız için
artık omega-3'e enzim kalmıyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçeği yağında
kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.
Bütün yağlar, yağ asitlerinin karışımıdır. Onlar da 3'e ayrılır.
Doymuş yağ asitleri, tekli doymamış yağ asitleri, çoklu doymamış yağ
asitleri. Çoklu doymamış yağ asitleri ikiye bölünür, onlar da omega-3
ve omega-6'dır. Bundan 40-45 yıl öncesi omega-6 kolesterolü düşürüyor
diye tüm topluma söyledik. Ayçiçeği ve mısırözü yağlarını tükettirdik.
Fakat sonra anladık ki bu yağlar iyi kolesterolü de, kötü kolesterolü
düşürdüğü oranda düşürüyor. Bizim kolesterol açısından sağlıklı
olmamızdaki unsur iyi ve kötü arasındaki dengedir. İkisini birden
düşürürse denge bozulmamış olduğundan herhangi bir iyilik elde etmiş
olmuyoruz.
DEPRESYONUN ÇARESİ
- İkisi arasında denge mi, fark mı önemli?
- Oran önemli. Omega-6'yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz
azıcık omega-3'ü de değerlendirmeden vücuttan hemen atıyoruz. Omega-3
olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz. Hücre duvarı da omega-3'ten
oluşuyor. Vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar
gibi ne bulursa onla hücreyi onarıyor. Omega-3 yerine, omega-6 yağ
asidi olan araşidonik asidi kullanıyor. Ama bu asit bütün stres
komalarının hammaddesi. Gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz.
Dışardan biri taş atsa havaya uçacak.
- Ama o zaman da ben size stres ilaçları satacağım.
- Tabii. Omega-3'ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az
oranda görülüyor. Zihinsel performans artıyor. Beynimizdeki toplam yağ
asidinin yarısı omega-3 olmak zorunda. Ama biz vücudumuza bunu
sunamıyoruz.
ÇAY VE ZEKA
- Beslenmeyle doğrudan ilişkili öyle mi?
- Aynı şey mesela demir için de geçerli. Zamanında Türkiye'nin yarısı
aptaldır lafı çok tepki yarattı. Bunu bu şekilde ifade etmek hoş
olmadı, ama Türkiye'nin yarısında demir eksikliği, kansızlığı var.
Demir eksikliği zihinsel eksiklik yaratır. Sonuçta demir üstünden
düşünürsek A. Nesin haklıydı.
Türkiye'de çay tüketiminin de buna katkısı var. Demirin emilimini
olumsuz yönde etkiliyor. Ama diğer taraftan çay iyi bir anti oksidan.
- Yemekten hemen sonra çay içme adetimiz var. Doğru mu?
- Şekerle içmediğiniz takdirde hiçbir zararı yok. Yemekten hemen sonra
çay içilebilir.
- Demirin emilimini engellediği için iki saat sonra içmek gerektiği
söyleniyor.
'ÇAYI ŞEKERSİZ İÇİN!'
- Üç saat.
Ben tekrar omega-3'e dönmek istiyorum. Çünkü hayati bir olay. Omega-3'ün
eksikliği insanları şeker hastalığına itiyor. Damarların sertleşmesine
yol açıyor. Pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla kalp
damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp 'inme' veya
'enfarktüs' olmasına yol açıyor.
Bir yandan omega-3 kaynaklarımız çok azaldı Toplum olarak zaten balığı
çok az tüketiyoruz. Omega-6'yı çok tükettiğimiz için omega-3'ün yolunu
kesiyoruz.
Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği ve soya yağı kansere sebep
olabiliyor.
Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker
hastalığının oluşumunu kolaylaştırıyor.
- Ayçiçeği de bir bitki. Neden zararlı? Kimyasal yapısından dolayı mı,
üretim hatasından mı?
- Kimyasal yapısından. Kültür bitkisidir. Omega-6 yağ asidi içerdiği
için.
Mesela zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün
emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir
olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra
birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor.
Biz bunlara trans yağ asitleri diyoruz.
Bu yağ asitleri de yine kolesterolu oksitleyerek damar sertliği
yapıyor.
Diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki
sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozuyor ve parkinson,
alzheimer gibi hastalıklara sebep oluyor.
'ANNEMİN YEMEKLERİ BAŞKAYDI'
- Acaba 'tadı güzel' dediklerimiz bize dışardan dayatılan bir kavram
mı? Güzel nedir?
- Eşinizle ilk evlendiğinizde yemek yaptığınız zaman size itiraz
etmedi mi, 'benim annem böyle yapıyor' diye?
- Ben güzel yemek yaparım.
- Ona rağmen itiraz etti. İnsan çocukluğundan alıştığı damak tadını
arıyor. Belki dünyanın en kötü aşçısı annesi, ama insan neye alıştıysa
onu arıyor.
- Eski çağlardan bu yana insana dair güzel-çirkin kavramı bile ne
kadar çok değişmiş.
Biz ona böyle bir değer yüklediğimiz için güzel oluyor. Toplumda da
dayatılan değerler var . Kola ya da hamburger için 'bak bu güzeldir'
deniyor çocuklara.
- Ben o yüzden üniversitelerde konferans vermeyi tercih ediyorum.
Çünkü; onlar yakın zamanda anne baba adaylarıdır.
SPOTLAR(ÖNEMLİ BİLGİLER)
'Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır.
İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir.
Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve
yemeyin.
Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş
olduğumuz birtakım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz.'
'Türkiye'de gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et
doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az
özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı
değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten.'
'Yapay yem üreticileri 'biz dünyayı nasıl doyuracağız' yalanıyla,
hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı
şeker hastası. Çünkü, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle,
patatesle ve mısırla besleniyor.
Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç
yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı donmuş yağ
asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün
asitlenmesine yol açar.
Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük
antioksidan olan alfaminolimik asit vardır.
Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az
görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur.
Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci
kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal
sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama
aradaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor.
Elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı;
kültür balığı değil. Halbuki insan her gün 1gram omega-3 alması
gerekiyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçek yağında kızarttık, o hamsiden
artık bize fayda gelmiyor.
Zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün
emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir
olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra
birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor.
kaynak:
http://www.genbilim.com/content/view/4715/33/ |